16 Nisan 2012 Pazartesi

Kadın işçilerin mücadelesi (Radikal Gazetesi-1 Nisan 2012)

Hükümetinden sokaktaki vatandaşa kadar hepimiz tüm dünya krizdeyken büyüyen, Çin’le yarışan ülkemiz ekonomisiyle gurur duyuyoruz. Tek rakamlı büyümeler bizi kesmiyor, daha fazla, daha fazla istiyoruz, kişi başına düşen geliri bizden kat be kat fazla olsa da komşumuz Yunanistan’ın haline bakarak şükrediyoruz. Lider ülkenin vatandaşı olmanın keyfini çıkarmayı öğreniyoruz.
Büyüdüğümüz konusunda hepimiz hemfikiriz. Yüksek işsizliğe karşın fabrikalar harıl harıl çalışıyor, insanlar gece gündüz üretim yapıyorlar. Lakin mesele paylaşıma geldiğinde büyük bir sorun beliriyor karşımızda. Büyüme tek başına yeterli midir, eğer bölüşümde sorun varsa veya bölüşüm adaletsizse ekonomik büyüme sorunları derinleştirir mi azaltır mı?

Başlayalım
İşte size “her gün büyüyen” Türkiye’den bir örnek. Yer Çerkezköy. Ülkenin en büyük fabrikalarının yer aldığı bir işçi havzası. Yaşam, fabrika vardiyalarına göre düzenlenmiş. Onbinlerce işçi servislerle fabrikalara taşınıyor ki fabrikada üretim hiç durmasın, 24 saat çalışılsın. Kadın-erkek onbinlerce işçi düzenli şekilde üretmelerine karşın ücretler genellikle asgari ücret seviyesinde. Ürettikleri tüm dünyada kullanılırken kendileri her geçen yıl daha da artan kredi borçlarının altında, çocuklarının eğitimini nasıl sürdürebileceklerinin derdini taşıyorlar.
Trexta da Çerkezköy’de bir fabrika. 600 işçi, 12’şer saat halinde iki vardiyada çalışıyor ve neredeyse bütün büyük firmalara, cep telefonları için deri kılıf üretiyorlar. İşçilerin yüzde 75’i kadın. Firmanın Hadımköy’de, Çin ve Hindistan’da da fabrikaları var.
Firma, kılıf üretiminde başarılı ancak kendilerine Türkiye’nin en büyük bin ihracatçısı arasında yer veren, bu zenginliği üreten yüzlerce işçinin hakları olduğunu unutmuş. Gerçekten unutmuş, bizzat işveren, fabrika kuruluşundan bu yana geçen 12 yılda ilk kez 2012’nin başında işçileri toplamış ve “sizi unutmuşum, kusura bakmayın” diye dil dökmüş ve işçileri sendikaya gitmemeleri için uyarmış: “Her şey bir anahtara bakar, ‘onlar’ fabrikaya girerse, kapısına kilidi vurur, burayı terk ederim”.
Deri-İş Sendikası, Ağustos 2011’den bu yana Trexta’da sendikaya kayıt yapıyor. Sendika yetkilileri işçilerle buluştuğunda öğrendiği işçi hikayelerinden hangisine üzüleceğini bilemedi. İşçiler oynamasın diye sanayi ütüsünden acil butonu çıkarıldığı için eline düşen sıcak ütünün yaktığı genç Serap’ın elinden mi bahsedelim, yoksa bu “kazadan” sonra kendisine verilen iş güvencesine rağmen salt sendikalı olduğu için atılmasına mı değinelim? Çiğdem’in, Hatice’nin, Esma’nın, Pınar’ın, Semra’nın ve arkadaşlarının hiç ara vermeden sabahlara kadar, kimi zaman 24 saat, kimi zamansa 30 saat, yönetimin deyişiyle “iş bitimine”, işçilerin deyişiyle “adam bitimine” kadar çalıştırılmalarını mı anlatalım? Tezgahta çalışırken ayakta uyuyakalanı mı yoksa bayılanı mı söyleyelim? Uzun çalışma saatlerine karşın mesai ücretlerinin verilmediğini, esnek çalışmanın sonucu olması gereken izinlerin verilmemesini mi, iki yıldır yıllık iznini kullanamayan Şengül’ü mü soralım? Fabrikada kullanılan ilaçlara uygun olmayan ve işçilerin nefes almasını dahi zorlaştıran maskelerden rahatsızlanan ve maskesini hafif kaydırdığı için müdürün “Sanki çok güzelsin de maske takmıyorsun!” dediği Zeynep’i ve kadın oldukları için hakarete ve baskıya uğrayan işçileri mi anlatalım? Herhangi bir sebebi olmadığı halde, salt beyaz yakalıları mavililerden ayırmak için fabrika içine çizilen ve geçişi yasaklanan kırmızı çizgilere mi değinelim? Her ay 100’e yakın işçinin kapı önüne konulmasına karşın hiçbirine kıdem ve ihbar tazminatı verilmemesini, engelli çocuğunu hastaneye götürmek için içeride kalan kıdemini talep eden Fatma’yı kapıdan kabul dahi etmeyen yönetimin küstahlığını mı örnekleyelim?

Kadınlar konuşunca
İşte tüm bu şartlar işçilerin bir isyan halinde sendikaya gelmesiyle sonuçlandı. İşçilerin sendikalaşması karşılığında yönetim ilk başta işçileri küçümsedi. Yıllarca konuşma yasaklarına harfiyen uyan, her şeye sessizce boyun büken kadın işçilerin bir anda konuşmaya başlaması, itiraz etmesi, haktan hukuktan bahsetmesi üzerine bocaladı. Sonra öfkelendi. Peyderpey 32 sendikalı işçiyi kapı önüne koydu, fabrikanın en iyi makinecilerinden Gülcan’ın da aralarında olduğu tüm işçileri “performans düşüklüğü”nden işten çıkartarak sendikanın önünü kesmeye çalıştı.
Ama her seferinde yeni işçiler öne çıktı. Sendikanın uluslararası ilişkileri sayesinde Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu ve Finlandiyalı sendikalar harekete geçti. Ünlü cep telefonu şirketinin üst düzey yetkilileri, Kasım ve Şubat aylarında iki kez fabrikaya denetime geldi. Kısmi düzelmeler oldu. İşçiler 12 saat çalışmaya, mesai ücretlerini almaya başladı. İşveren ve yönetim işçilerle toplantılar yapıp ekonomik durumlarını izaha kalkıştı. İşçilerden temsilci seçip işçiyi dinlemeye başladı. Ancak 400’ü aşkın kadın işçi olduğu halde yasaların zorunlu kıldığı kreş halen yok. Halen maaşlar yarım yarım ödeniyor. Halen iş sağlığı ve güvenliği ilkelerine uyulmuyor. Her şeyden önemlisi işçilerin anayasal hakkı olan sendikayı reddediyor, sendikalı işçiler üzerinde baskı ve ayrımcılık sürüyor, işçiler üzerinde korku havası yaratılarak tehditler savruluyor.
Er ya da geç sendika Trexta’ya girecek. İşçilerin sloganı, “Ummadık taş baş yarar”. Yıllarca hor görülen işçi sesini çıkarmayı, hakkını korumayı öğreniyor. Karşı çıktığında koşulların düzeldiğini, boyun eğdiğinde daha fazla ezildiğini görüyor. Dünyanın dört bir yanında dostları olduğunu deneyimliyor.
Trexta yönetimi artık sendikal hak gasplarına kılıf bulamayacak. Trexta işçisi haklarından yararlanarak, kölece değil, insanca şartlarda çalışacak. Çiğdem’in sendika toplantısında dediği gibi: “Sendikal çalışma başlayalı beri yalnızca insan olduğumu değil, kadın olduğumu da fark ettim.”
Herkesi Trexta işçileriyle dayanışmak için ABD’de başlatılan online imza kampanyasına destek vermeye davet ediyoruz. http://action.laborrights.org/p/dia/action/public/?action_KEY=4027#petition

EREN KORKMAZ: Deri-İş Sendikası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder